Image
CMTS_DURUŞMA.jpg

EVRENSEL

Cumartesi Anneleri’nin 950’inci hafta eyleminde gözaltına alınan 20 kişiye açılan davanın ilk duruşması Çağlayan’daki İstanbul 39’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşma 7 Haziran'a ertelendi.

Cumartesi Anneleri’nin 950’inci hafta eyleminde gözaltına alınan 20 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul 39’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Cumartesi Anneleri/ İnsanları “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na” muhalefetten yargılanıyor.

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Turin Barosu, Lille Barosu, Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi, Van ve Batman baroları, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Almanya, Hollanda ve ABD başkonsolosluklarından temsilciler duruşmayı takip ediyor.

Kimlik tesbitinin ardından hakim iddianameyi okudu.  Cumartesi Anneleri’nden Hayrettin Eren’in kız kardeşi İkbal Eren’in savunmasıyla devam etti.

"BİZ BU ALANA VAR OLDUĞUMUZ SÜRECE ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ"

Savunmasının başında ağabeyi Hayrettin Eren’in gözaltında kaybedilme sürecini anlatan İkbal Eren

“Bu durumda abim Hayrettin Eren’in akıbetini sorduğum için ben değil, abimin yaşam hakkını elinden alanlar yargılanmalı. Biz kayıp aileleri olarak bütün kapılar yüzümüze kapatıldığı için Cumartesi Anneleri olarak kayıplarımız için bir arada durmayı ve birlikte adalet mücadelesi vermeyi seçtik. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri olarak anayasanın bize verdiği demokratik hakları kullanarak yüksek sesle sevdiklerimizin akıbetlerini soruyoruz ve mezarlarını istiyoruz. 2011 yılında başbakanlık görevi sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ni Dolmabahçe ofisinde kabul ederek, ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur” diyerek Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin karşılayacağı sözünü vermiştir.  Fakat, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eski içişleri bakanı Süleyman Soylu  2018 yılında bizi ve kayıplarımızı hedef alarak anneleri ‘terörist’ olarak ilan etmiş ve ‘O kaybedilenler Eminönü’nde mendil satarken kaybedilmediler’ diyerek gözaltında kaybetmenin bir  devlet politikası olduğunu kabul etmiştir” dedi.

699 hafta demokratik haklarımızı kullanarak  Galatasaray Meydanında oturduklarını, kayıplarının akıbetini sorduklarını belirten Eren şöyle devam etti; “Bugün burada bulunmamızın nedeni 950. Hafta buluşmasına ilişkin. 10.06.2023 tarihindeki 950. Hafta buluşmamıza ben biraz geç kaldığım için arkadaşlarımın yanına ulaşamadım. Kalkanlı polislerden oluşan çift sıra bariyer oluşmuştu. Bu bariyer öyle geniş tutulmuştu ki İstiklal Caddesi’nde insanlar ancak tek sıra halinde yürüyebiliyordu. Ben de dışarıda kalan arkadaşlarımla birlikte gözaltına alınan arkadaşlarımı bekledim. Onlar araca bindirilip götürülene kadar oradan ayrılmadım. Bir kayıp yakını olarak hem orada olamamak hem de arkadaşlarımın gördüğü haksız muameleye tanık olmak psikolojik bir işkenceydi. “Bu insanlar ne yapıyor ki? Sadece kaybedilen yakınlarının akıbetini soruyor, evlatlarının mezarlarını istiyorlar.” diyerek yanımda olan arkadaşım Mukaddes Şamiloğlu ile ona ilaç almak ve sonrasında da İnsan Hakları Derneği’ne gitmek üzere İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladık. Sanırım bir kayıp yakını olduğum için olsa gerek basın bizim önümüze geçip fotoğraf çekmeye başlayınca arkadan “alın onları” diyen bir ses duydum. Anında çevremiz sivil polislerce çevrildi. Mukaddes Şamiloğlu kalp hastası ve ilaç alması gerekiyordu. Arkadaşımın kalp hastası olduğunu ilaç alması gerektiğini gözaltına alınması halinde kendileri için de istenmeyen şeyler olabileceğini söyleyip “Beni alın ama onu bırakın.” dediğim halde ikimizi de bir araca bindirip diğer arkadaşlarımızın yanına Eyüp Devlet Hastanesi’ne sağlık kontrolüne oradan da hep birlikte ifade için Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Biz iddianamede belirtilen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 32/1 maddesine aykırı bir davranışta bulunmadık.

941. haftada aynı eyleme kovuşturmaya yer yok kararı veren cumhuriyet savcısı Erol Çelik’in 950. Hafta için dava açmış olması adaletin kendisi ile çelişmektedir.

Ayrıca aynı gün (10 Haziran 2023) UEFA şampiyonlar ligi maçı İstanbul’da yapılacaktı. Maç gerekçe gösterilerek 950. Hafta açıklamamız yasaklandı.  Biz serbest bırakıldıktan sonra İstiklal Caddesi’ne geldiğimizde karşılaştığımız manzara bir çifte standart niteliğindeydi. Taraftarların taşkınlıklarını, küfürleşmelerini, meşalelerden çıkan dumanla ortamı göz gözü görmeyecek hale getirmelerini çevredeki sayısız resmi ve sivil polis bir günlük etkinlik yasağına rağmen müdahale etmeden sadece seyrediyordu. Biz neden sadece basın açıklamamızı okuyup dağılamadık? Adalet herkes için değil mi?”

“Biz bu adalet sistemi içinde her hafta gözaltına alınmaya devam ederken 28. Haftamızdan sonra yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya  “Cumartesi Anneleri’nin mağduriyetini gidereceğiz.” diyerek bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra İstanbul Valiliği’nin davetiyle 3 kez müzakere yaptık. Müzekareler sonucunda Galatasaray’da 10 kişi ile kısıtlı olarak basın açıklaması yapılması konusunda uzlaştık. 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren çelik bariyerlerin önünde 10 kişi sınırlamasıyla basın açıklamalarımızı yapıyoruz. Biz 950. haftamızda da aynı şeyi yapmak istemiştik. Dolayısıyla bugün nasıl suç işlemiyorsak 10 Haziran 2023 tarihinde de önceki ve sonraki haftalarda da suç işlemedik” diyen Eren şöyle devam etti; “İstanbul Valisi Davut Gül “Bu kaybedilenler bizim zamanımızda kaybedilmedi.” diyerek abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın kaybedilmesinden geçmiş dönem hükümetlerini sorumlu tuttu ve devlet eliyle kaybedilmiş olduklarına da vurgu yapmış oldu. Bu durumda, bizim 43 yıllık mücadelemizin haklılığını da beyan ediyor. Öyleyse devlette devamlılık esastır.

Sevdiklerimiz bizden alınarak bize büyük bir acı yaşatıldı.   Bu acı devletin tüm başvurularımıza “biz de yok”  cevabı vermesiyle,  savcıların sevdiklerimizle ilgili hakikati etkili bir şekilde soruşturmamasıyla daha da derinleşti. Şimdi ise sevdiklerimizle ilgili hakikat talebini dillendirdiğimiz için biz yargılanıyoruz. Bu durum yaşadığımız acı ve ıstırabı daha da arttırıyor.

Abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın yaşam haklarını elinden alan ve insanlık suçu işleyen faillerin yargılanması gerekmez mi? Burada bizim değil de onların olması gerekmez mi?

Sonuç olarak bizler 1995 yılında beri kayıplarımızın akıbetini sormak için Galatasaray Meydanında buluşmaktayız. Bu eylemlerin suç oluşturduğunu düşünmüyorum. Bizler bu alana var olduğumuz sürece çıkmaya devam edeceğiz.”

Eren'in savunması bitti. Avukatlar ve yargılananlar  salonun fiziki yetersizliği nedeniyle duruşmanın bu şekilde sürdürülemeyeceğini söyledi. Hakim, duruşmanın daha büyük bir salona alınması için duruşmayı 13.30'a erteledi. 

Aranın ardından İstanbul 39'uncu Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen dava salonun fiziki yetersizliği sebebiyle İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin salonunda devam etti.

“ANAYASAL HAKLARIMIZI KULLANDIK”

Duruşmada ilk sözü gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Ali Ocak aldı. Ocak, kardeşi Hasan Ocak’ın gözaltında nasıl kaybedildiğini anlatarak söze başladı. Ocak, “21 Mart 1995'te gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hasan Ocak'ın ağabeyiyim. Kendi çabamızla Hasan'dan haber alamadığımız 57 günün ardından 17 Mayıs 1995'te Adli Tıp kayıtlarından Hasan'ın işkenceyle öldürülüp Beykoz ormanına atıldığını, ardından resmi kurumlara başvurularımıza ve basında günlerce yer almamıza rağmen kimliği gizlenerek kimsesizler mezarlığına gömüldüğünün belgelerine ulaştık. O günden beri hakikatın açığa çıkartılması, sorumluların yargılanıp cezalandırılması için adalet arıyoruz” dedi.

Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yapmadıklarını Anayasa ve Anayasa Mahkemesi tarafından güvence altına alınan haklardını kullanmak istediklerini vurgulayan Ocak şunları söyledi: “Toplanmamız bir yana daha toplanacağımız yere varmadan ablukaya alınarak hakaret ve baskılara maruz bırakıldık. Kendi rızamızla dağılmamız güvenlik güçlerince engellendi. Ablukadan çıkmamıza tek bir yol açıldı, o yol da kelepçelenerek gözaltına aracına bildirilmemiz oldu. Bu gerçeklere o günkü kamera kayıtlarıyla rahatlıkla ulaşılması mümkünken iddianameyle bizi suçlamaya dönüştürülmesini kabul etmiyorum. Davanın sonlandırılarak beraatime karar verilmesini talep ediyorum.”

“YASAKLAR OLUNCA ŞİDDET BAŞLADI”

Kayıp yakını Ali Tosun da şunları söyledi: “Galatasaray Meydanı’nda bir hafıza merkezi oluştu. Adalet arayışımız burada başladı ve temel şuydu; kayıplarımıza ulaşmak. Bu adalet mücadelesi içerisinde birçok hukuksuzluğa maruz kaldık.

Bu kadar adaletsizlik içinde ayrıca adaletsizliğe maruz kaldık. Bu ülke koşullarında adalet isteyenler başka hukuksuzluklara da maruz kaldı. Bu süreçte yeni kayıpların oluşmasında bir engeldi. Yeni kayıpların önüne geçtik. Sonrasında bu yasaklar başladı. O zamana kadar hiç şiddet olmadı. Slogan olmadı açıklamamızı yaptık oradan ayrıldık. Sonra yasaklar başlayınca şiddet oldu. Cenazelerimize ulaşamasak, faillerin yakalanmasını sağlayamasak bile en azından yenilerin olmasını engellemeyi amaçladık. Bu kadar hukuk mücadelesi verirken, bu kadar hukuksuzluğa maruz kalmak, bu ülke için çok trajikomik bir durumdur.” 

"BEN OĞLUMU KAYBEDENLERİN SANIK OLARAK YARGILANMASINI İSTİYORUM"

Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız 29 yıldır adalet beklediğini belirterek; “Oğlumu öldürenlerin yargılanmasını istiyorum. Ben 29 yıldır evlat acısıyla yaşayan bir anayım. Ben yüce makama sığınmak istiyorum ama kime sığınacağım

29 yıldır hem adalet bekliyorum hem de oğlumun akıbetini bilmek istiyorum. Oğlum silah bulundurduğu için gözaltına alındı. Ben oğlumu kendi  elimle karakola götürdüm. Oradan alıp savcılığa çıkaracakken bize oğlumuzu vermediler. Ben oğlum bir gün gelir kapımı çalar diye bekliyorum. Benim sanık değil oğlumu kaybedenlerin sanık olarak yargılanmasını isterdim oğluma ne yaptıklarımı sormak isterdim.

Ben o gün anayasal hakkımı kullandım. Ben davacıyım. beni gözaltına alanlardan da beni yargılayanlardan davacıyım” ifadelerini kullandı.

“AĞABEYİM İÇİN ADELET TALEBİ ANNEMDEN KALAN BİR MİRASTIR”

Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç yargılanmasına neden olan Cumartesi Annelerinin Galatasaray'daki kayıplar mücadelesinin 950. buluşmasına katılmak istemesi olduğunu belirterek;. “Annem son nefesini abimin adıyla verdi. Ağabeyim için adalet talebi annemden bana mirastır. Biz ne istiyoruz etkin bir soruşturma yapılsın, ağabeyimin başına gelenler tam olarak açıklansın, ağabeyimi işkenceyle öldürüp Kaybedenler mahkemelerin önünde yargılansın ve hak ettiği cezayı alsın istiyoruz. Bunu yapmak zaten devletin, savcıların ve mahkemesinin görevi değil mi?” diye sordu.

Ailelerin Galatasaray'da oturmaya başlamasıyla kaybedilen insan sayısı da hızla düştüğünü ve sonunda gözaltında kaybetme suçunda azalma olduğunu vurgulayan Karakoç şöyle devam etti; “Bu eylem sayesinde binlerce insan kaybedilemedi ve hayatta kaldılar, binlerce insan hayatını bu eyleme borçlu. Bu durum bizim eylemimizin ne kadar haklı ve yerinde bir eylem olduğunun kanıtıdır. Biz Galatasaray'a 699 hafta oturduk kaydedilenler Kaybedenler ve onların zihniyetin de olanlar dışında kimseye rahatsızlık vermedik bizden kaynaklanan hiçbir sorun yaşanmadı. Ancak 2018 yılında etkinliklerimiz yasaklandı ve o tarihten sonra tüm etkinliklerimize müdahale edildi. Şimdi ben ve arkadaşlarım 950. haftaya katıldığımız için suçlanıyoruz. 2018 yılında etkinliğimize yapılan müdahalenin haksızlığı Anayasa mahkemesi kararıyla ortaya konulmuştur. Biz bu Anayasa mahkemesi kararından sonra yeniden 08.04.2023 tarihinde Galatasaray meydanına çıkmak istedik ancak 29 hafta boyunca polis müdahalesiyle gözaltına alındık. Ben hiçbir suç işlemedim. Vatandaş olarak yargının da korumak zorunda olduğu barışçıl toplanma hakkımı kullandım. Bu hakkımı kullanmam yasaklandı. Galatasaray meydanına gitmek isterken bir anda etrafımız kalkanlarla çevrildi, bize dağılma imkânı sağlanmadı. Direnmediğim halde bileklerimde iz bırakacak şekilde sıkıca kelepçe takıldı. Soruyorum Anayasa mahkemesi kararlarına uyulmasını istemek suç mu? Barışçıl toplanma Hakkı anayasanın korunmasında değil mi? Ben bir vatandaş olarak anayasal hakkımı kullanamaz mıyım? Ben Ağabeyim için tüm kayıplar için adalet istedim. Bağımsız ve tarafsız bir yargı istedim. Bunları istemek suç mu? Eğer değilse bu davada yargılananlar derhal beraat etmeliler. Yok eğer bunları istediğim için cezalandırılacaksam da yine kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğim. Sizlere soruyorum. Bizmi yargılanmalıyız, yoksa bizi orada işkence ile gözaltına alanlar mı. Bizmi yargılanmalıyız, yoksa bize o alanı yasaklayanlar mı. Bizmi yargılanmalıyız, yoksa yakınlarımızı kaybedenler mi. Bize istediğiniz cezayı verin Bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Ben şahsen Bin yılda geçse o alanda olacağım. ve bu insanlık suçuna karşı mücadele ediyor olacağım... Suçlu olan bizler değil, bizlerezlere bu zulmü yaşatanlardır.” 

"POLİSLER DEĞİL BİZ YARGILANIYORUZ"

İsmail Yücel beyanında; "Yakınım Veysel Güney Gaziantep Cezaevi'nde 1981'de idam edildi. Kayıp yakınlarının anlattığı gibi biz Galatasaray Lisesi'nin önüne basın açıklaması yapmaya gittik. Önce etrafımız sarıldı, sonra anonsu duyduk. Gitmemiz için koridor açılmadı ve ters kelepçelerle gözaltına alındık" dedi.

Leman Yurtsever 29 yıldır Cumartesi Anneleri'nin hak arama mücadelesinin yanında olduğunu belirterek; "29 yıldır değişen bir şey olmadı. Dayak yedik, yerlerde sürüklendik ve hep biz yargılandık. Bir tane polis hakkında dava açılmadı. 950. buluşmada ters kelepçe ve hakaretlerle gözaltına alındık. Üç hastane gezdirildik, aç susuz bırakıldık ancak polisler değil, biz yargılanıyoruz" diye konuştu.

Meryem Bars ise; "Ben destek amacıyla katılıyorum. Biz Galatasaray’a varmadan gözaltına alındık. Koridor açılmadı direk gözaltına alındık. Gözaltında yaşlı annelerimiz vardı kelepçelerin çıkarılması talep ettik onu bile yapmadılar biz anayasal hakkımızı kullandık" ifadelerini kullandı.

"ANAYASAL HAKKI KULLANMANIN SUÇ OLMADIĞINI HATIRLATIYORUM"

Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak Kışlakçı ise ‘Anayasa Mahkemesi kararları uygulansın’ diyerek ilk kez 8 Nisan 2023 tarihinde 941. hafta buluşması için Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldiklerini belirterek; “ Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları olarak 29 hafta boyunca Galatasaray Meydanı çevresinde, İstiklal Caddesi üzerinde etrafımız kalkanlı polisler tarafından kuşatılıp hiçbir şekilde direnmememize rağmen ters kelepçe takılarak, zor kullanılarak, işkence ve kötü muameleye maruz bırakılarak gözaltına alındık. Dağılmamız yönünde anons yapılırken, dağılmamız için açılan koridor sadece polis aracına biniş yönünde oldu. Bu 29 haftanın 28 haftası ile ilgili "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı verildi. 941. haftamızda "2911 sayılı Kanun kapsamında müsnet suçun yasal unsurlarının oluştuğuna dair kamu davası açılabilmesi için yeterli delilin elde edilemediğinin anlaşılmasına, şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmaya yer olmadığına karar veren savcı Erol Çelik, 950. haftamız için iddianame hazırlamış, işte bu yüzden mahkeme heyeti karşısındayız” dedi.

Bu davayla birlikte, AYM'nin hak olarak gördüğünü, savcılığın suç saymasına da tanık olunduğunu vurgulayan Maside Ocak Kışlakçı şöyle devam etti; “AYM kararları herkesi bağlar ve AYM kararlarına uyularak Galatasaray Meydanı'nın açılması gerektiğini hatırlatmak için 10.06.2023 tarihinde Galatasaray Meydanı'na gitmek istedim. Elimde sadece kayıplarımız için Galatasaray'a bırakmak üzere karanfil vardı. Kalkanlı polisler tarafından etrafımızın sarılarak çembere alınmamız, kelepçelenerek gözaltına alınmamız, bütün bunlar sadece 5 (beş) dakika içinde oldu. Polis memurunun elindeki yasak kararını okumamıza dahi izin verilmedi, Dağılın anonsu yapılırken polis çemberi içindeydik ve dağılmamız için koridor açılmadı. Sadece gözaltı aracına binmemiz için koridor açıldı. Araç içinde en azından yaşı 70-80’i aşmış annelerimize, kardeşlerimize takılan kelepçelerin çıkarılmasını istedik ama çıkarılmadı. Yaklaşık 5 saat gözaltında kaldık. 29 yıldır yan yana olduğum, aile olduğumuz annelerim, kardeşlerim gibi ben de anayasal bir hakkın kullanımının suç olmadığını sizlere hatırlatarak, siz mahkeme heyetini hepimiz için ayrı ayrı derhal beraat kararı vermeye çağırıyorum.”

"ANAYASAL HAKKIMIZI KULLANDIK"

Mukaddes Şamiloğlu olay günü kayıp aileleri ve hak savunucularının etrafının kuşatılmış olduğunu ifade ederek; “Ben ve İkbal Eren alandan üç metre uzaklaşmıştık ki polis amirinin emriyle etrafımız sarıldı. Yaya yolunu işgal ettiğimizi iddia ettiler. Yaya olarak yürüme hakkımız engellendi. Kolluk kuvvetleri bizi sıkıştırdığı için adım atma imkanımız yoktu. Emniyet amiri bizimle özel görüşme yapmak için polis otosuna sürükledi. Bu araçla üç hastane gezdirildik. Bu soruşturmayı açan savcı Erol Çelik, daha önce hakkımızda takipsizlik kararı verirken ne oldu da 950’nci hafta buluşmamızla ilgili dava açtı? Biz bir suç işlemedik, anayasal hakkımızı kullandık” ifadelerini kullandık. 

“TÜRKİYE’DEKİ ADALETSİZLİĞİN KARA MİZAHI”

Cemil Kırbayır’ın abisi Mikail Kırbayır şunları söyledi: “43 yıldır devletin gözetimi altında katledilen 26 yaşındaki kardeşim Cemil Kırbayır’ın akıbetinin açığa çıkarılması için bir taraftan davacı olarak hukuk mücadelesi verirken diğer taraftan, ne hazindir ki, aynı konudan ötürü sanık sıfatıyla karşınızda bulunuyorum. Kardeşimin yaşam hakkının elinden alınması yetmediği gibi, bu devlete 48 ay askerlik yapan, vergisini veren, oyunu kullanan, fırın emekçisi babamız İsmail Kırbayır’ın da 26 yaşındaki oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, yemeyip yediren, içmeyip içiren, 9 ay karnında gezdiren anamız Berfo Kırbayır’ın da evladının mezarına gidip göz yaşı dökme hakkı elinden alınmıştır.

950. Haftamızda da, tam 28 yıldır her Cumartesi günü adli makamlarda bulamadığımız adaleti talep etmek amacıyla bir araya geldiğimiz Galatasaray Meydanı’na henüz varmadan, aynı hukuki dayanaktan yoksun uygulamalarla, kolluk tarafından önümüz kesilmiştir. Netice itibariyle, abluka altına alınmak suretiyle dağılmamıza dahi müsaade edilmemiş; kelepçelenerek gözaltı yapılmıştır. Tam 43 senedir kardeşim Cemil Kırbayır için adli makamlar nezdinde adalet arıyorum. Beni 43 yıldır davacı sıfatıyla etkili şekilde dinlemeyen, adalete erişimimi engelleyen adli sistemin beni her seferinde sanıklaştırabilmesi Türkiye’deki adaletsizliğin kara mizahıdır..” 

Aylin Tekiner ise, “İnsan hakları savunucusuyum, dolayısıyla hak mücadelesi veren Cumartesi Annelerin yanında olmaya çalışıyorum. Haksız yere gözaltına alındık” dedi.

Tekiner’in ardından avukatların savunmalarına geçildi.

"MAHKEMEYE DÜŞEN AYM KARARLARINI UYGULAMAKTIR"

Savunmalarda ilk sözü alan Van Baro Başkanı Sinan Özaraz, “Kaymakam kanunsuz bir emir verdi, kolluk güçleri de bu emri yerine getirdi. Bu kanunsuz emri uygulayan kolluk, kararı veren idare makam yargılanmıyor, temel hakkını kullanan vatandaş yargılanıyor. Burada mahkemeye düşen anayasa mahkemesi kararlarını uygulamaktır. Bu sağlanmazsa hukuk devleti çiğnenmiş olacaktır. Bu insanların temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak bizim yükümlülüğümüzdür” dedi.

Batman Barosu Başkanı Erkan Şenses: “Devletin resmi özür dilemesi gerekiyor ancak bunun yerine müvekkillerimizin sanık sandalyesine oturtulması, devletin ayıbıdır” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Bu davanın üzerinde 12 Eylül’ün hayaleti dolanıyor. 2911 sayılı yasa 1983’te cunta rejimi sırasında çıkarıldı. Ne hazindir ki siyasi iktidar sivil anayasaya ihtiyaç duyduğunu söylüyor, ancak cuntacıların çıkardığı yetkiyi sonuna kadar kullanıyor. Mahkemeye düşen anayasal haklarını kullanmak isteyen vatandaşların hakkını korumaktır.”

Tek tek söz alan avukatlar yaşanan hukuksuzluğa dikkat çekerek, suçun unsurlarının oluşmadığını dile getirerek, müvekkillerinin beraatini talep etti.

Avukatların savunmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme, eksik beyanların ve hususların giderilmesi için duruşmayı 7 Haziran saat 14’e erteledi.